“Sözümü kesmeyi bırak.”
“Şimdi aynı şeyi söyledim.”
“Açıklamaya gerek yok.”
Beşinci sınıftayken okulun nezaket ödülünü kazanmıştım. Başka bir deyişle, terbiyeli olduğum için ödül kazandım ben. Erkek kardeşimse, herkes tarafından sınıfın komedyeni olarak kabul ediliyordu. Çok tipik olarak “küçük hanım” ve “oğlandır yapar” biçiminde yetiştirilmiştik. Tüm dünyada, çocukların terbiye eğitimi cinsiyetler açısından eşitsizdir. Kız çocuklarını, erkek çocuklardan beklemediğimiz biçimde sıralarını bekleyecek, başkalarını daha dikkatle dinleyecek, küfretmeyecek ve söz kesme isteğine karşı koyacak şekilde sosyalleştiririz. Bir başka deyişle, genellikle kızlara itaatkarlık alışkanlıklarını, oğlanlara ise hakimiyet kurmayı öğretiriz.
Kendimi, sürekli olarak erkeklerin sözümü kestiği karma cinsiyetli ortamlarda (hayat) buluyorum. Sadece meraktan artık bunların kaydını tutmaya karar verdiğimden beri, bunun meydana gelme sıklığı insanı hayrete düşürüyor. Bu durum, özellikle çevrede başka erkekler olduğunda belirginleşiyor.
Bu bezdirici gerçekliğin yanında, bir de göz teması kurmayan erkekler var. Örneğin, sadece masadaki erkeklere bilgi veren ya da soru soran garson veya içlerinde sadece benim kadın olduğum beş kişilik bir grubun bir parçası değilmişim gibi davranan geçen haftaki adam. Önceden tanışmıyorduk ve o gün de en fazla 10 sözcük etmişizdir birbirimize, o yüzden tavrının benim pek de çekingen olmayan görüşlerim yüzünden olduğunu sanmıyorum.
Sıklıkla cinsiyete bağlı olarak, karşılıklı konuşmada hakimiyet kurmanın bu iki yoluna bir de şu eşlik eder: Bir kadının açık ve duyulur biçimde söylediği bir şeyi kimse duymuyor gibi görünür, sadece birkaç dakika hatta birkaç saniye sonra, bir erkek tarafından tekrarladığında, konu övgüye ve grup tartışmasına layık görülür.
Kısa süre önce, cinsiyetler arası kendine güven ayrımı konusunda yazdığım yazıda bulunan listedeki 10 maddeden en çok yankı alanı, kimin konuşmasının önemli kabul edildiği meselesiydi. Twitter’da yazdıklarıma katılan bir kişi, bana bir kadın ve beş erkeğin bir konferans masasında oturduğu bir karikatür gönderdi. Karikatürde şöyle diyor, “Bu mükemmel bir öneri, Bayan Triggs. Belki masadaki beyefendilerden biri bunu önermek isteyebilir”. Dünya üzerinde bu durum başına gelmeyen kadın olduğunu sanmıyorum.
Karikatür başta komik görünebilir, ta ki bunun gerçekte ne kadar sık meydana geldiğini fark edene kadar. Ayrıca, örneğin Elizabeth Warren veya Brooksley Born gibi kişilerin başına gelmesi durumunda yankıları çok daha kayda değer olur. Denkleme ırk ve sınıfı da eklediğinizde, bu ötekileştirmenin oluş sıklığı daha da artar.
Kadınların seslerinin böyle bastırılması, Bayan Triggs’in ne giydiğini veya içtiğini veya bu yanıtı kışkırtacak ne söylemiş olabileceğini öğrenmeye çalışmanız durumunda, cinsiyet ayrımcılığının ta kendisidir.
Söz kesme ve sözünün üzerine konuşma gibi davranışlar, statü farkının sonucu olarak da meydana gelir, ama cinsiyet burada da hüküm sürmektedir. Örneğin erkek doktorlar sürekli olarak hastalarının, özellikle de kadın hastalarının sözlerini keser, ancak hastalar nadiren doktorların sözünü keser. Tabii doktor kadın değilse. Doktorun kadın olması durumunda, doktor daha az söz keser ama sözü daha fazla kesilir. Bu, iş yerlerindeki üst düzey yöneticiler için de geçerlidir. Erkek patronların konuşması çalışanları, özellikle de kadın çalışanları tarafından kesilmez; ancak kadın patronların sözü erkek çalışanları tarafından sürekli olarak kesilir.
Hem erkek hem de kadınların, erkeklerin söylediklerini tercih etmesi “mansplaining”in (“gösteren adam”) bir türüdür. Bu sözcük, yazar Rebecca Solnit tarafından bir makalede kullanılmıştır; Solnit bazı erkeklerin kendi konuşmalarını tamamen yetkin bir kadınınkilerden daha önemli kabul etmesi eğilimini evrensel bir erkek özelliği olarak değil, “o cinsiyetin bir kısmının çıkmaza girdiği, aşırı kendine güven ve budalalığın kesiştiği yer” olarak açıklamıştır.
Solnit için bardağı taşıran nokta çok sinir bozucu olmuştur. Bir kokteyl partide sohbet ettiği erkek ona ne iş yaptığını sorar. O da kitap yazdığını söyler ve son yazdığı kitabın River of Shadows: Eadweard Muybridge and the Technological Wild West olduğunu anlatır. Adam Muybridge’i duyar duymaz sözünü keser ve şöyle sorar, “Peki bu yıl çıkan çok önemliMuybridge kitabını duydunuz mu siz?” Ardından kitap üzerine değil, kitap hakkında okuduğu bir eleştiriye dayanarak ağdalı konuşmasına devam eder, ta ki bir arkadaşı “Bahsettiğin zaten onun kitabı” diyene kadar. Onu (o da bir kadındır) duymazdan gelir, kadın aynı şeyi üç kez söylemek zorunda kalır, sonunda adamın beti benzi atar ve oradan uzaklaşır. Kadın değilseniz, tanıdığınız tüm kadınlara bunun nasıl bir şey olduğunu sorun, çünkü hiç komik değil ve hepimizin başına geliyor.
Larry Summers’ın birkaç yıl önceki “kadınlar matematikten anlamaz” tartışmasının ardından, bilim insanı Ben Barres önce bir kadın sonra da bir erkek olarak yaşadıklarını açıkça yazmıştır. MIT’de kadın bir öğrenci olan Barbara Barres’a oldukça zor bir matematik problemini çözdükten sonra bir profesör “Herhalde bunu erkek arkadaşın senin için çözdü” demiştir. Birkaç yıl sonra, Ben Barres olarak olumlu tepkiler alan bilimsel bir konuşma yapmış ve seyircilerden birinin “Onun işleri kız kardeşininkilerden çok daha iyi” dediğini duymuştur.
En dikkat çeken şey ise, erkek olmanın en önemli avantajlarından birinin artık “bir erkek tarafından sözü kesilmeden bir cümleyi tamamlayabilmesi” olduğunu söylemesidir.
Sinir bozucu ancak marazi bir biçimde “gençlik patavatsızlıklarıma” karşı “anlayışsızlıklarını” mazur gördüğüm genç delikanlılar oldu. Geçen hafta bir kafede otururken 60’larında bir adam yanımda durup bana ne yazdığımı sordu. Ona cinsiyet ve medya hakkında bir kitap yazdığımı söyledim, bana “Birkaç yıl önce bu konuda bir konferansa gittim. Gazetede bir iki yıl önce bununla ilgili bir şeyler okumuştum. Otomobil üreticilerinin satış yapmak için kadınları küçük düşürücü görüntüler kullandığını biliyor muydunuz? Size seve seve yardım ederim” dedi. Ona neşeyle gülümseyerek, görüntülerin küçük düşürücü olmanın çok daha ötesinde ve kadınların onuru, konuşma özgürlüğü ve kültür eşitliği için kesinlikle yaralayıcı olduğunu belirttiğimde yavaştan uzaklaştı.
Bu kadar çok erkeğin neden kendisini muhteşem sandığını ve söylediklerinin daha meşru olduğunu düşündüğünü kavramak çok da zor değil. Bu durum çocuklukta başlıyor ve kesinlikle sona ermiyor. Anne babalar kızlarının sözünü iki kere daha fazla kesiyor ve onlar için daha sıkı terbiye kuralları koyuyor. Başkalarının sözünü kesmenin baskın maskülenlik işareti olduğunu bilen öğretmenler, erkek çocuklarla kızlardan daha sık ve daha dinamik biçimde meşgul oluyor
Yetişkinlikte kadınların konuşmasına daha az otorite ve güvenilirlik atfediliyor. Yetkin birer eleştirmen veya komedyen olabileceğimiz düşünülmüyor. Karma gruplarda (sınıflar, toplantı odaları, yasama heyetleri, medyadaki uzman görüşleri ve malum nedenlerden dolayı dini kurumlar) erkekler kadınlardan daha fazla, daha sık ve daha uzun konuşuyor. Aslında yönetim kurulları, komiteler ve yasama meclisleri gibi erkeklerin baskın olduğu sorun çözme gruplarında erkekler kadınlardan %75 daha fazla konuşuyor, bunun alınan kararlarda etkisi olumsuz oluyor. İşte bu yüzden, araştırmacıların da özetlediği gibi “Masada bir yerinin olması sesinin duyulduğu anlamına gelmiyor.”
Filmlerde ve televizyonda bile, erkek aktörler daha bozguncu biçimde konuşuyorlar ve kadın meslektaşlarına göre iki kat daha fazla konuşma ve ekranda görünme süresi elde ediyorlar. Bu gerçek, kesinlikle geçmişle veya eski tarz medyayla kısıtlı değil, çevrimiçi olarak da görmek mümkün. Erkeklerin açtığı tartışma grubu başlıkları çok daha yüksek yanıt oranına sahip ve Twitter’da erkekler kadınlardan iki kat daha fazla retweet ediliyor.
Bu dilsel kalıpların birçok farklı sonucu vardır, adaletsiz mahkeme salonu dinamiğine yol açması bunlardan sadece biridir; burada çekişmeli konuşma tarzı duruşmalara hakimdir ve cinsiyetçi ifade kadınların ifade verme sırasında sözünün kesilmesine, hiçe sayılmasına ve erkekleştirilmiş konuşma standartlarına göre güvenilmez olarak tanımlanmasına yol açar. Ayrıca mahkeme salonları, kadınların daha aşağı seviyede oluşunda ırkın güvenilirlik ve statüyü nasıl iki kat etkilediğini açıkça göstermektedir. Mahkemede ifade veren siyah bir kadın, genellikle “[beyaz] kadın dili” olarak kategorize edilen dili benimserse, daha az güvenilir olarak kabul edilir. Buna karşın, daha iddialı olursa beyaz jüri üyeleri onu “kaba, saldırgan, kontrolsüz ve dolayısıyla [yine] daha az güvenilir” bulur. Kadınlar bu çifte açmaza karşı bir yaklaşım olarak suskunluğu benimseyebilir, ama ifade verirken suskunluk pek işe yaramayacaktır.
İşin en ilginç tarafıysa, kadınların daha çok konuştuklarını düşünerek yetiştirilmemizdir. Fiilen hükmeden erkekler olmasına rağmen, çoğu kişinin kadınların gevezelik ettiğini düşünmesi dinleyicinin önyargısıdır. Dilbilimciler, kadınların ve erkeklerin farklı gezegenlerden geldiği fikrinden yaygın olarak anlaşılanın “kadın dilini” “güçsüzün diliyle” karıştırdığı kararına varmıştır.
Elbette, toplumsal cinsiyetin (biyolojik cinsiyetin değil) oynadığı rolü gösteren istisnalar da var. Örneğin, benim sürekli eşzamanlı konuşan, rahatsız edici biçimde söz kesen ve gelişigüzel olarak konuşulan konuları değiştiren çok komik bir çocuğum var. Onunla sohbetlerimizi yazılı olarak okusanız, söz konusu konuşma alışkanlıklarını “maskülen” olarak kabul ettiğimiz için muhtemelen çocuğumun erkek olduğunu sanırsınız. Oysa bu bir kız çocuğu. Kızım iddialı ve kendine güvenli olmayı açıkça sergilemek konusunda, ortalama bir kız konuşmacıya göre daha rahat. Ona kendine güvenini korumasını sağlayarak nazik olmayı öğretmek zor bir denge. Bununla birlikte, oğlan çocuklarına örnek olması beklenen kız çocukları için aşırı kibarlık standartlarının, sürekli işittiğimiz gibi başarılı olmak için yetiştirilme biçiminin üstesinden gelmesi ve erkek gibi konuşmayı öğrenmesi gereken (pazarlık yapmayı öğrenme, daha fazla maaş talep etme, vs.) kadınlar üzerinde gerçek etkisi vardır.
Bu yazıyı ilk yayımladığımda, aldığım ilk tepki Twitter kullanıcısı bir erkekten geldi, bana kendini bilmezlikle “Bunları sana bir erkek konuşmanın ortasında söyleseydi ne derdin?” diye sordu.
Öğrenilmiş erkek konuşması hakimiyeti sadece okulda değil her yerde önemli bir sorundur. Söylediklerimden şüpheniz varsa kendi yemek masanızda, iş yerinizde, sınıfınızda sessizce oturup konuşma dinamiğini takip edin. Okul servisinde, saha kenarında, ibadet yerlerinde… Bu durum kayda değer ve önemli sonuçlar doğurur.
İnsanlar bana sık sık cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele etmek için kız çocuklarına ne öğretilebileceğini veya kendilerinin ne yapabileceğini soruyorlar. “Cinsiyet ayrımcılığı ile karşılaştığımda ne yapabilirim? Özellikle okulda bir şey söylemek zor.” Genelde, dünyanın onlara verdiği tepkiden kız çocuklarının sorumlu olması gerektiği yaklaşımından tiksiniyorum, ama onlara her gün şu sözcüklerle pratik yapmalarını söylüyorum:
“Sözümü kesmeyi bırak,”
“Şimdi aynı şeyi söyledim” ve
“Açıklamaya gerek yok.”
Bunların söylenmesi hem erkek hem de kız çocuklarına iyi gelecektir. Hatta hatırı sayılır miktarda yetişkini de kendine getirecektir.
Kaynak: http://www.baskabirokulmumkun.net/her-kiz-cocugunun-ogrenmesi-gereken-10-sozcuk/
http://www.filmsforaction.org/articles/10-words-every-girl-should-learn/
Çeviren: Ece Eroğlu