Birçok kadın, Mor Tır gelene kadar, bizden başka hiç kimsenin onlara ihtiyaçlarını merak edip sormadığını, düşünmediğini veya öncelik sırasına koymadığını söyledi.
Felaketler, hali hazırda var olan güç ilişkilerini, ayrımcılık ve dışlama biçimlerini keskin bir biçimde gözler önüne serer. 6 Şubat’ta birçok şehri ölümcül bir şekilde sarsan depremler de, Türkiye, Kürdistan ve Suriye’nin bu acı gerçeğin istisnaları olmadığını bir kez daha gösterdi. Deprem felaketi esnası ve sonrasında en ağır bedelleri yine kadınların, queerlerin ve transların ödediğine şahit olduk. Bu yazıda yaşadığımız felaketin etkisini derinleştiren cinsiyetçi, cinsel ve ırkçı bölünmeleri ortaya koyan kısa bir not derlemesinin yanı sıra, İstanbul ve Diyarbakır’da kadınlar ve LGBTİ+’lar tarafından depremin hemen akabinde düzenlenen feminist dayanışma ve destek kampanyasının bir özetini sunacağım. Devletin deprem bölgesinde olmadığı ilk günden beri Diyarbakır’daki iki Kürt kadın örgütü Rosa Kadın Derneği ve Özgür Kadın Hareketi (TJA) bölgeye giderek kadınların büyük ölçüde göz ardı edilen özel durum ve ihtiyaçları ile ilgili sağlam bir duruş sergilediler. Afet İçin Feminist Dayanışma Grubu olarak biz de ilk günden beri Rosa ve TJA ile birlikte çalışıyoruz. Bu yazıyı, uluslararası feminist bir dayanışmaya ve Türkiye, Kürdistan ve Suriye’de kadınlar, queerler ve translar arasında halihazırda büyümekte olan feminist koalisyonlara destek çağrısında bulunmak için yazıyorum. Tüm bu deneyim ve bilgiler neredeyse iki aydır dahil olduğum kolektif feminist bir çalışmanın parçası olarak ortaya çıktığı için, bu yazıyı yazarken kolektif bir özne olan “biz”i kullanmayı tercih edeceğim.
Adıyaman ve Antakya/Samandağ’a Mor Tır
Mor Tır fikri ilk olarak deprem bölgesinde çalışan Kürt kadınlar tarafından ortaya atıldı. Diyarbakır’da depremden kendileri de etkilenmişlerdi. Kadınlara özel acil durum ihtiyaçlarını anlamak için depremin etkilediği komşu şehir ve kasabalardaki kadınlarla görüşen ve acil yardıma ilk gidenler de onlardı. İstanbul’daki feministler olarak bu dayanışma ve destek çalışmalarına hemen dahil olmak için bir dizi toplantı yapmaya başladık ve Afet İçin Feminist Dayanışma Grubu’nu kurduk. Depremin ilk haftasında, içimizden bir grup kadın enkazda çalışmak için deprem bölgesine gitmişken, geri kalanımız Adıyaman için Mor Tır Kampanyası’nı örgütlemeye başladık.
Şehirden her gün gelen güncellemeler ışığında, Adıyaman’a yollanacak acil durum malzemelerinin listesini belirledik ve düzenli bir şekilde revize ettik. Kampanyamız, bir felaket anında kadınlara özel ihtiyaçlar hakkında toplumu bilinçlendirmeye ve bu ihtiyaçlar özelinde malzemeleri organize edip İstanbul genelinde üç lokasyonda onları depolamaya dayanıyordu. Bu ürünler arasında hijyen kitleri, regl pedleri, ıslak mendil, çocuk ve yaşlı bezi, terlik, iç çamaşırı, giysi, leğen, süpürge, oyuncak, boyama kitabı, sabun, kolonya, şampuan, deterjan, tuvalet kağıdı, kağıt havlu, çeşitli tahıl, sıvı yağ ve un bulunuyordu. Doldurduğumuz tır 21 Şubat’ta İstanbul’dan hareket etti. Türk güvenlik güçlerinin, sivil toplum kuruluşları ve AKP’ye muhalif siyasi parti ve oluşumlarının örgütlediği dayanışma ve yardım malzemelerine yaptığı gibi bizim tırımıza da müdahale edip el koyacağından endişe etmiştik. Tır Adıyaman’a ulaşana kadar tırımızın feminist etiketi konusunda sağduyulu davranmak zorundaydık; çünkü devlet bizim aracımızı da teslim alabilir ve topladığımız malzemenin üzerine kendi kurumlarının adını yazarak dayanışma çalışmalarımızı sahiplenebilirdi.
Aynı gece benim de aralarında bulunduğum bir grup arkadaşla beraber Adıyaman’a uçtuk. Amacımız ihtiyaçlara göre belirlenen mahalle ve köyleri ziyaret ederek kadınlara ihtiyaç malzemelerini dağıtmaktı. İstanbul’da kalan arkadaşlar ise bu kez Antakya/Samandağ için bir Mor Tır Kampanyası düzenlemeye başladı. Bu kampanyanın örgütlenmesi esnasında Adıyaman’da olduğum için yazının devamı sadece Adıyaman’daki çalışmalarımız hakkında olacak. Samandağ ayağındaki deneyimi de umarım bir başka arkadaş yazar.
Adıyaman şehri
Adıyaman, önemli sayıda Alevi nüfusuna sahip ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir il. Menzil gibi köktenci İslamcı tarikatların da burada güçlü bir varlığı bulunuyor. Bizim Adıyaman’a vardığımız sırada, depremde ailesini kaybeden çocukların, evlatlık verilmek üzere Menzil’e verildiği iddiaları sürüyordu. Devletin ise bu konuda sessizliğiyle karşılaştık. Kentteki dini ve ahlaki muhafazakarlık çoğu yere hakim ve güçlü bir şekilde hissediliyordu. Şehrin Alevi nüfusu ise mevcut muhafazakar sosyal ve politik atmosfere karşı alternatif bir alan yaratma mücadelesi veriyordu. Örneğin, devletin izine rastlanmayan ilk haftada Yenimahalle Cemevi afet yönetiminin önemli mekânlarından biri olmuştu. Cemevi, insanlara acil ihtiyaçlarını dağıtmak için merkezi bir depo kurmuştu. Binasını ise depremden kurtulanlar için bir sığınak olarak yeniden düzenlemişti. Fakat daha sonra, özellikle ikinci hafta itibariyle, devletin baskısıyla karşılaşmaya başladıklarını duyduk.
Adıyaman’a ilk geldiğimizde, şehirde kendi çadırımızı kurabileceğimiz güvenli bir yer bulana kadar Yenimahalle Cemevi’nde kaldık. Afet için Feminist Dayanışma’dan gelen bir önceki kadın grubu, yaklaşık on gündür bu cemevinde kalıyor ve burada düzenlenen çalışmalara katılıyordu. Oradaki ilk gecemizde, hep beraber yatıp uyuduğumuz büyük salonda ailesinde kayıp yaşayan Adıyamanlı yaşlı bir teyzeyle tanıştım. Bana duvarda asılı olan devasa Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli’nin resimlerini göstererek, her gece o resimlerin altında uyuduğunu söyledi. Bu resimlerin dibine battaniyesini sererek onların altına sığınmanın, onu koruduğuna inanıyordu. Cemevi duvarlarında depremden dolayı çatlaklar oluşmuş ve artçı sarsıntılarla birlikte çatlak sayısı artmıştı. Avlunun soğuk havasında sınırlı sayıda kişinin sığabileceği taziye çadırından başka yatacak yer ise yoktu.
Nihayet 23 Şubat’ta, yani depremden 17 gün sonra Kadın Çadırı’mızı kurabileceğimiz güvenli bir yer sağlayabildik. Burası Alevi dernekleri, sivil toplum (KESK, TTB, TMMOB), kimi partiler ve gönüllülerin kurduğu bir çadır kentti. Sivil bir inisiyatife sahipti. Bu çadır kent, hayatta kalanlara yönelik kapsayıcı ve çoğulcu bir politikayı önceliyor ve yerleşmesine izin verdiklerini mezhep, din ve etnik kimliğine göre ayırmıyordu. Bu anlamda çok önemli bir barınak politikasını temsil ediyordu. Örneğin, diğer çadır kentlerde çoğu Suriyeliye çadır verilmezken, burada çadırların beşte biri onlara tahsis edilmişti. Kamp alanındaki her tabela Kürtçe, Arapça ve Türkçe yazılmıştı. Toplumsal farklılıklara yönelik bu kapsayıcı tutum, çadır kent alanını feminist, queer ve trans varlığımız için de güvenli bir alan haline getirmişti.
Ertesi gün çadırı kurduktan sonra, minibüslere binerek mahalle ve köyleri ziyaret edip insanlarla tanıştık ve temel ihtiyaçlarını belirledik. Sokaklar moloz doluydu. Her yeri kaplayan toz ve kire ilaveten, enkazdan çıkan asbest, şehrin havasına sürekli yayılıyordu. İnsanların bu zehirli havayı aylarca soluyacağını, asbestin zamanla toprağa ve suya karışacağını düşünüp başka bir ölüm politikasının şehirde kol gezdiği gerçeği ile baş başa kaldık. Asbest tehlikesine ilişkin alınan herhangi bir halk sağlığı önlemi yoktu. Hava kirliliğini çoğaltan diğer etmen ise hem çadır içi hem de çadır dışında yanan odun sobaları idi. Havaya sürekli yükselen duman özellikle gece nefes almayı güçleştiriyordu.
Ayakta kalan binalar terk edilmişti. Şehirde hiç ışık yoktu. Gün boyunca, terk edilmiş binalara dayanmış vinçler dairelerden geriye kalan mobilyaları taşıyordu. Buna herkesin gücü elbette yetmiyordu. İmkanı olanlar, felaketten geriye ne kaldıysa kurtarmaya çalışıyorlardı. Kurtarma esnasında hayatını riske atan ve hasarlı binalara girip o eşyaları vinçlere taşıyan gençler ise şehirdeki enkaz ekonomisinin yeni emekçileri idi. Binaları hafif veya orta derecede hasarlı olan vatandaşlar, apartmanlarının yanındaki alana çadır kurarak olası hırsızlık vakalarını gözetlemeyi ve mobilyalarını, eşyalarını ve diğer değerli şeylerini korumayı kendilerine görev bilmişlerdi. Bazı insanlar bu eşyaları uzun yıllar çalışıp paralarını biriktirerek almışlardı ve bu birikimden vazgeçmek onlara çok zor geliyordu.
Gecenin gelmesiyle birlikte, sokaklar daha da karanlık ve ıssız hale geliyordu. Elektriksizliğin yol açtığı zifiri karanlık Adıyaman’ı iyice hayalet şehre dönüştürüyordu. Bu durum kadınlar, queerler ve translar için güvenlik endişelerini iyice artırıyordu. Depremden sonra hâlâ dimdik ayakta duran o binalarda tek bir ışık bile görünmüyordu. Binlerce insan şehri terk etmişti. Hasarlı binalar, şu anda yaşam belirtisi olmayan, pencere pervazlarından sarkan perdeler veya duvarlarda asılı kalan bazı resim çerçeveleri felaketin büyüklüğüne karşı en yaralayıcı ve sarsıcı ayrıntıları sunuyordu. Felaketten hemen önceki anın normalliğine, hepimizin hayatındaki aşinalığa dair izler taşıyorlardı. Ağır hasar gören evlerin önlerinden geçerken içlerine baktığımızda, deprem öncesi yaşamdan kalan mutfak masalarını ve gündelik hayatın eşyalarını görmek ve tüm bu yaşamın sadece bir buçuk dakikada yerle bir olduğunu idrak edebilmek çok zor geliyordu.
Adıyaman’daki evi hasar görüp kendisi hayatta kalanlar köyleri varsa oradaki akrabalarının ya da tanıdıklarının yanlarına göç etmişti. Çoğu köyde de durum vahimdi. Hâlâ ulaşılamayan köyler vardı. Evleri hasar alanlar bahçelerine çadır kurmuşlardı. Bu çadırların bazıları yazları mevsimlik işçiler için kullandıkları Yörük çadırlarıydı. Zira çoğu insana zaten çadır ulaşmamıştı. Bazı köylüler hayvanlarıyla birlikte ahırlarda uyumak zorunda bile kalmıştı. Ziyaret ettiğimiz köylerdeki bazı evler ve çadırlar Adıyaman il merkezinden kaçmak zorunda kalan dört beş aileye birden sığınak olmuştu. Köy nüfusunun katlanarak artması, zaten kıt olan kaynakları iyice sıkıntıya sokmuş ve yeni sorunlara neden olmaya başlamıştı. Hane içi işler ve hayatın yeniden kurulup düzenlemesinin yükü ise kadınlar ve genç kızların omuzlarındaydı. Ev içi emeğin cinsiyete dayalı iş bölümü yine büyük ölçüde görünmez kılınmıştı.
Çevre köylerde akrabaları ve yakınları olmayan insanlar ise başka il ve ilçelere ya göç etmişler ya da göç etmenin yollarını arıyorlardı. Şehir merkezinde kalmak zorunda kalan kesimin çoğu aslında en yoksul ve gidecek hiçbir yeri olmayan tabakadan oluşuyordu. Bu yoksul nüfus, ırksal ve mezhepsel hatlarla da güçlü bir şekilde bölünmüştü. Roman gruplar ve Suriyeli mülteciler, bu hiyerarşinin en altındaydı ve çadır kentlere veya yardım merkezlerine sınırlı erişimleri vardı. Toplumsal dokudaki mevcut gerilimlerin altı bir kez daha çizilmiş ve dayanışma ve destek ekonomisine içkin olması gereken eşit dağılım ilkesinin önüne geçmişti.
Kent merkezi ve köylerdeki dayanışma çalışmaları
Kadınlara iç çamaşırı ve regl pedi başta olmak üzere, temel acil ihtiyaçlarını ulaştırıyorduk. Hayatta kalanlardan çoğu, deprem anından bu yana kıyafetlerini veya iç çamaşırlarını değiştirememişti. Su, sabun ve deterjan eksikliği, hijyenlerini korumalarını imkansız hale getirmişti. Bazıları sağlık sorunları yaşamaya başlamıştı. Özellikle ilk haftalarda kıyafetlerini değiştirecek özel alan dahi bulmakta zorlanmışlardı. Köylerden birinde genç bir kadın, depremin ertesi günü tüm köy kadınlarının aynı anda regl olduklarından bahsetti ve ped bulamamışlardı. İhtiyaç malzemeleri için ilk yardım paketleri ulaştığında paketlerin içinde bebek ve çocuk bezi vardı ama kendileri için ped yoktu. Çocuklarının hijyen ihtiyaçlarını karşılaması beklenen anneler olarak görülüyorlardı, ancak kadın olarak kendi hijyen ihtiyaçları göz ardı edilmişti. Regl için bebek bezi kullanmak zorunda kaldıklarını ifade ettiler. Bir kadının hikâyesi özellikle dokunaklıydı. Kızı regl olunca başörtüsünü çıkarıp kızına ped olarak kullanması için vermişti.
Ziyaretlerimiz sırasında depremzede kadınlarla deprem sonrasında karşılaştıkları ihmal ve bilgisizlik biçimleri hakkında uzun uzun konuştuk. İhtiyaçlarını dile getirmek ve istemek konusunda erkeklerle konuşmakta zorlandıklarını ama ihtiyaç malzemelerini dağıtanların çoğunun erkek olduğundan bahsettiler. Birçok kadın, Mor Tır gelene kadar bizden başka hiç kimsenin onlara ihtiyaçlarını merak edip sormadığını, düşünmediğini veya öncelik sırasına koymadığını söyledi. Ziyaret ettiğimiz bir köyde yirmi bir yaşında genç bir kadın, Mor Tır’dan sosyal medya üzerinden haberdar olmuştu ve heyecanla bizim gelmemizi bekliyordu. Tesadüfen köyüne vardığımızda, bizi beklediği hakkında hiçbir fikrimiz yoktu ve şans eseri olarak annesiyle konuşurken öğrenmiştik. Sonra yanımıza geldi ve köyünün kadınlarıyla hep beraber fotoğraf çektirelim diye ısrar etti. Bizlere ısrarla ikram ettikleri çaylarımızı içtikten sonra hep beraber fotoğraf çektirdik. Kadınlar bize muazzam bir yakınlık ve dayanışma anı yaşatmışlardı.
Dağıtımlar esnasında kadınların en çok ilgi gösterdiği ürünler iç çamaşırı, regl pedi, süpürge ve leğenler oldu. Cımbız ve tırnak makası da getirdiğimizi fark ettiklerinde yaşadıkları sevinci tarif etmek gerçekten zordu. Deprem öncesi yaşamlarındaki kadınlıklarına dair bir normallik duygusu taşıyan herhangi bir eşyayı büyük bir neşe ile karşılıyorlardı. Bir başka dokunaklı anekdot ise tumana dair yaşandı. Tuman çoğunlukla köy kadınlarının giydiği ve kırsal veya çeşitli bölgelerin kıyafet kodlarıyla ilişkilendirilen bir tür paçalı ve bol külot. Kadınlara gelen iç çamaşırları arasında çoğunlukla bikini tarzında külotlar yer almıştı ve özellikle orta yaş üstü kadınlar için bu tarz bir iç çamaşırı alıştıkları iç giyime ters düşüyordu. Kutularımızda tuman görünce yüzleri gülen çok kadın oldu. Küçük dayanışma çabalarımız karşısında böyle bir minnettarlık ve mutlulukla karşılaşmak açıkçası hepimize bir yandan da ağır geldi. Deprem bölgesinde gördüğümüz, tanık olduğumuz gerçeklik, yaşanan büyük yıkım karşısında dağıttıklarımızın ne kadar az ve önemsiz olduğunu hissettirdi. Kendimizi epey aciz hissettik. Kadınlar ise her seferinde bizleri büyük bir ilgi ve şükranla karşılayıp yolcu ettiler.
Cinsiyetlendirilmiş ve ırksallaştırılmış fay hatları
Depremden sonraki ilk hafta enkazda çalışan arkadaşlarımız, bazı kadınların cenazelerinin çocuk odasında çocuklarının yataklarının yanında, bazı erkeklerinkinin ise çıkış kapısının yakınlarında bulunmasının ne kadar yürek burkan bir şey olduğunu vurguladı. Birçok kadının ilk tepkisinin, kendilerinden önce çocuklarını kurtarmak olduğunu ifade ettiler. Kadınların hayatlarını riske atan bir diğer konu ise cinsiyete dayalı kıyafet kodlarıydı. Deprem çoğu insanı gece uykusunda yakaladığı için, üzerinde gecelik olan bazı kadınlar başörtülerini takmadan ve üstlerini değiştirmeden dışarı çıkmaktan kaçınmışlardı. Kadınlar, bedenlerinin toplum içinde sergilenmesine dair dini ve ahlaki beklentiler nedeniyle ölmek durumunda kalmış veya hayatlarını riske atmışlardı. Erkekler ise deprem anında benzer beklentilerle uğraşmak zorunda kalmamıştı.
Kadınların ellerinin çamaşır yıkamaktan fena halde tahriş olduğunu gördük. Çocukların ve kadınların cildi ciddi şekilde güneşte yanmıştı ve hatta bazı çocukların cildi nasır tutmuştu. Kadınların dudakları uçuklarla kaplıydı. Çoğu kadın ve çocuğun ayağında sadece terlik vardı ve dışarıya uygun ayakkabıları yoktu. Diğer önemli bir ihtiyaç ise doğum kontrol haplarıydı. Bu sadece istenmeyen gebelikleri önlemek için değil, aynı zamanda stresin neden olduğu aşırı regl kanamasını veya geciken regl dönemlerini düzenlemek için de gerekliydi.
Cinsiyete dayalı iş bölümü çadır kentteki yaşamın kendisini de tanımlıyordu. Çocuk ve yaşlı bakımı, evin yeniden üretimi, duygusal ve fiziksel emek hep kadınların ve genç kızların omuzlarındaydı. Çadırlarda kadınların ve genç kızların kaçacak yerleri yoktu. Günlerinin çoğunu bu çadırlarda kendilerine ayıracak vakit bulamadan ve başka kadınlarla sosyalleşmeden geçirme eğilimleri vardı. Kamptaki ortak alanlara çoğunlukla erkeklerin hakim olması, kadınların bu alanları kendi sosyal ihtiyaçları için sahiplenmesini ve kullanmasını zorlaştırıyordu. Çocukların, özellikle de küçük olanların, geçirdikleri büyük travma yüzünden psikolojileri ciddi bir biçimde bozulmuştu ve duygusal destek için çoğunlukla annelerine yönelmişlerdi. Suriyeli bir kadın, iki, dört ve beş yaşındaki üç çocuğunun da geceleri kendisinin üzerinde uyuduklarını ve bu yüzden de uykusuzluk sorunu çektiğini anlatıyordu. Çocuklar deprem olduğundan beri annelerinden ayrı, kendi başlarına uyuyamıyorlardı. Kadın Çadırı’ndaki bir sohbetimiz esnasında yaşadığı sorunları ayrıntılarıyla anlatırken bir kadın, “Bu kriz Covid’den daha kötü! Covid’de dışarısı yasaktı, şimdi ise evimiz yasak” dedi ve sustu.
Kadınlar çocuklarının başka ihtiyaçlarının da yükünü taşıyordu. Tuvaletler çadır kent alanının karanlık köşelerinde ve çadırlardan uzak bir noktaya kurulmuştu. Dolayısıyla çocukları tuvaletlere götürmek yine annelere veya genç kızlara kalıyordu. Kadınların birçoğu sabaha kadar tuvalet ihtiyaçlarını tutmak zorunda kaldıklarını ve hatta bazıları ise çocuklarının altına yeniden bez bağlamaya başladıklarını anlattı. Güvenlik sorunu, çadır kent alanında endişe duyulan başka bir mevzu olarak baş göstermeye başlamıştı. Bu sorun özellikle translar ve queerler için daha fazla endişe kaynağı oluşturmaya başlamıştı. Ankara merkezli LGBTİ+ afetzedelere yönelik destek ve dayanışma grubu Lubunya Deprem Dayanışması gönüllüleri, yaygın trans karşıtı duygu ve tutumun, trans kadınları son derece sınırlı kaynaklarla, kendi başlarına sığınma ve yardım aramaya ittiğini belirten yazılar yayınladı.[1] Bazıları yiyecek ve su gibi temel ihtiyaçları için yardım noktalarını ve merkezleri ziyaret ederken yüzlerini kapatmak zorunda kalmışlardı. Sert kış günlerini ve gecelerini geçirmek için diğer queer ve translarla birlikte hasarlı binalara yeniden girmek zorunda kalanlar olmuştu. Bazı duyumlara göre ise birkaç köylü köktendinci, bu devasa felaketten köyde yaşayan lubunyaları sorumlu tutmuş ve lubunyaların “sapkınlığının” depreme yol açtığını iddia etmişti.
Kadın Çadırı
Bu koşullar altında kadınların ve lubunyaların aile ve toplum baskısı olmadan kendilerini güvende ve rahat hissedebilecekleri bir alana sahip olmaları önemliydi. Biz de bu ihtiyacı karşılamak için Kadın Çadırı’nı kurduk. İlk olarak çadır kent alanındaki çadırları ziyaret ederek, kadınları Kadın Çadırı’mız hakkında bilgilendirmeye başladık.
Çadırımız Diyarbakır Kriz Yönetimi Çocuk Hakları Merkezi’nin çocuklar için kurduğu Çocuk Çadırı’na çok yakındı. Çocuk çadırı her gün 10:00-12:00 ve 14:00-16:00 saatleri arasında faaliyet gösteriyordu. Anneler çocuklarını oraya bıraktıklarında, Kadın Çadırı’na gelerek bizimle vakit geçirmeye başladılar. Bir gün çocuklardan biri Kadın Çadırı’nda bizimle sohbet eden annesinin yanına gelerek ona plastik su şişelerini geri dönüştürerek yaptığı çiçeği hediye etti. Annesine dönerek, “Anne burası ne kadar güzel bir yer!” dedi. Bu cümleyi duyduğuma çok şaşırmıştım! Kaldığımız yer aslında yoksulluk, yoksunluk, toz ve kirden geçilmiyordu. Hepimiz topluca hayatı yeniden inşa etmek için mücadele verirken, hayata dair en sert ve en dokunaklı dersi gerçekten çocuklar veriyorlardı.
Başlangıçta çadırımız sadece birkaç kadının dikkatini çekmişti. Ancak ilerleyen günlerde, birçok kadın kendilerine ayrılmış bu alandan daha fazla haberdar olmaya ve bunu arkadaşlarına, komşularına ve geniş ailelerindeki diğer kadınlara anlatmaya başladılar. Kendilerine vakit ayırmak, bizimle ve birbirleriyle sohbet etmek için düzenli olarak çadırımızı ziyaret etmeye başladılar. Yıkım ve felaket hikayelerini bir grup ortamında paylaşmalarına, diğer aile üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalmadan kendilerinden bahsetmelerine, kaybettikleri insanlara, yerlere ve nesnelere dair anılarını, hikayelerini ve arzularını gülümseme veya gözyaşlarıyla dile getirmelerine ve hayatlarını paylaşmalarına olanak tanıyan bu alanın, onları ne kadar memnun ettiğini o an görebildik. Kadın sayısı arttıkça, bu hikayelerin ağırlığı ve her bir kadına karşı duyduğumuz sorumluluk duygumuz da artarak devam etti. Bu buluşmalardan hepimiz çok şey öğrendik.
Birçok kadın kendi yemeklerini, özellikle de çok sevdikleri tarifleri pişirmeyi ne kadar özlediklerini dile getiriyordu. Bu, zaten birçok kez evlerinden ve topraklarından edilmiş ve yerel yemeklerini pişirirken bir teselli ve aidiyet duygusu bulabiliyor olan Suriyeli kadınlar için özellikle bir sorundu. Deprem felaketi artık bu alanı da ellerinden almıştı. Çadır kent alanında ortak bir mutfak vardı ancak uygun ekipman ve malzemelerden yoksundu. Gönüllülük esasına göre işleyen bu mutfak, kahvaltıda zeytin, peynir, reçel ve çay gibi, öğle ve akşam yemeklerinde ise çorba, pilav, bulgur veya sebzeli güveç gibi temel gıdaları sunuyordu. Kadınlar tabaklarını alarak, çoğunlukla erkek varlığının hakim olduğu ortak mutfak alanında yemek yerine, genellikle kendi çadırlarına götürüyordu.
Önemli bir başka mevzu ise farklı etnik gruplara mensup kadınların birbirleriyle karşılaşmaktan kaçınmalarıydı. Kampta Suriyeli kadınlar ile Kürt ve Türk kadınlar birbirlerinden uzak durmaya çalışıyorlardı. Bu mesafe, farklı gruplardan kadınların Kadınlar Çadırı’nı ziyaret etmeye ve birbirleriyle sohbet etmeye başlamasıyla kırılmaya başlamıştı. Bazen dil büyük bir engel oluyordu ama Türkçe, Kürtçe ya da Arapça bilen birileri varken kadınlar birbirleri için çeviri yapabiliyorlardı.
Afet için Feminist Dayanışma olarak en başından beri kadınların ihtiyaçlarına öncelik vermeye gayret ettik. Örneğin bazı kadınlar depremden önce birlikte örgü örmekten keyif aldıklarından bahsetmişti. Bu hatıraya cevaben, bütçemizin bir kısmını hemen yün ve şiş almaya ayırdık ve onları İstanbul’dan Adıyaman’daki Kadın Çadırı’na giden bir sonraki kadın grubuyla birlikte gönderdik. Bu vesileyle depremzede kadınlardan bazıları, bazı arkadaşlarımıza örgü örmeyi öğretmeye başlamışlardı ve böylece tek yönlü veren-alan ilişkisini bir nebze aşarak karşılıklı bir değiş tokuş ilişkisi kurmanın bir biçimini yaratmışlardı. İhtiyaçlara yönelik başka bir yanıtımız ise çocuklara oyuncak ve boyama kitapları dağıttığımızda ortaya çıkmıştı. Bazı ergenler ve gençler bizden kitap istemişlerdi ama yanımızda kitap getirmeyi akıl edememiştik. Hemen İstanbul’daki birkaç yayıneviyle iletişime geçip kitap desteği istedik. Bir yandan da gençler için kitap listesi oluşturup, onları satın alıp kamp alanına gönderdik. Artık çadırımızın içinde küçük bir kitaplık da var. Kahve ve cezve yollamak ise kadınların birbirleri için fal bakmalarına ve böylece bugünlerine ve geleceklerine dair umut ve arzularını kahve fincanlarına yansıtarak duygusal ve psikolojik olarak güçlenmelerine yarayan diğer bir katkı oldu.
Uluslararası feminist dayanışma için önemli bir an
Kadınların ve lubunyaların Kadın Çadırı’na ihtiyacı var. Kadın Çadırı’ndaki çabalarımız genellikle neşenin ve keyfin anlık hallerine, depremden önce var olan maddi ve manevi normal hayattan bir kesit yaratmaya yönelik gayretlerimizi de kapsıyor. Bunlar, acı gerçeklerden ve kadınların üstlenmesi gereken sorumluluklardan kısa süreli kaçış imkanlarını içerse de yine de kadınlar için çok elzem. Uzun vadede bu alanı koruyabilmek için, gönüllülerin uygunluk durumuna göre Türkiye genelinde bir gönüllü havuzu oluşturduk ve bu havuzu çevrimiçi doldurulan formlar üzerinden düzenliyoruz. Gönüllü başvuranlarını dörtlü ya da beşli gruplara ayırıyoruz ve her grup dönüşümlü olarak bu çadırda en az bir hafta geçiriyor. Kampta kazanılan deneyim ve bilgileri bir sonraki gruba aktarmak adına, grupların iki günü bir arada geçirmelerini sağlıyoruz. Her grup, günün sonunda bir araya gelip çadır kent hayatı hakkında detaylı bir not yazıyor, kadınların ihtiyaçlarını belirliyor ve bu bilgileri İstanbul ekibine iletiyor. Bu günlük notlar üzerinden, bir sonraki grupla birlikte getirilecek eşyaların bir listesini oluşturuyor ve çadırda kadınlara yönelik etkinliklerin kapsamını nasıl genişletebileceğimize dair konuşmalar yapıyoruz.
Depremin hemen ardından pek çok kişi dayanışma ve destek konusunda epey ilgili ve duyarlıydı. Adıyaman’da vakit geçirmek veya diğer destek faaliyetlerine katılmak için büyük istek gösteriyorlardı. Ancak bu sayı afetin ilk haftalarına göre epey azalmaya başladı. Hayatları yeniden inşa etmeye yönelik feminist dayanışma ve destek çalışmamız yoğun bir kolektif emek gerektirdiğinden uzun vadeli adanmışlığı da beraberinde getiriyor. Bu nedenle, yaptığımız çalışmaları uzun vadede sürdürebilmek için uluslararası bir dayanışma ve destek çağrısı yapıyoruz. Sağlayabileceğiniz dayanışma ve destek biçimleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için afeticinfeministler@gmail.com adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Bizi ayrıca @afeticinfeminst sosyal medya hesabımızdan da takip edebilirsiniz.
Çeviren: Gaye Polat
Bu yazının orijinali jadaliyya sitesinde yayınlanmıştır. Türkçe versiyonu için bazı değişiklikler yapılmıştır.
[1] https://t24.com.tr/yazarlar/yildiz-tar-insan-manzaralari/depremde-katmerlenen-ayrimcilik-agzimi-yuzumu-kapatiyordum-trans-oldugumu-anlamasinlar-diye,38760
Kaynak: catlakzemin.com