Kâmile Yılmaz
“Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek./Rüzgara sinen koku /Yaban diye adlanır utangaçlık / Hırsızlık yasak ama yağma helal / Kirletilmiş düşler parçalanmış yürek / Gülün morardığında menekşe sayıldığı / Gülün tanınmadığı gerçek.” S.sezer
Öncelikle, dünyada ve ülkemizde, kadınların lehine ne kadar kazanım varsa, hepsi kadınların mücadelesi sayesinde olmuştur. O kadınları saygıyla anıyorum.
Ülkemizde, kadına ve çocuğa yönelik şiddet her gün tırmanıyor. Kadın cinayeti dersen dünya sıralamasının her gün önüne geçiyor. Bu ülkede, kadın ve çocuk olmak ,kadın ve çocuk olarak hayatta kalabilmek oldukça zor. Can Yücel boşuna demedi. “Kelebeklerden daha az yaşayan çocuklarımız” diye. Genç olmak ise potansiyel suç. Her konuşmamızda bu tür saptamaları yapıyoruz. Yapıyoruz da ne yapacağımız konusu zor olan. Yine de “Güneşi kaçırdım diye gözyaşı dökersen, yıldızları da gözden kaçırırsın.” diyerek bişey yapmalı.
Ailede, okulda, iş yaşamında, dostluklarda bile şiddet var. Bu nedenle şiddeti, toplum olarak çok da yadırgamıyoruz. Çoğu kez de farkında olamıyoruz. Sıkça duyarız. “Benim kocam, benim babam bize şiddet uygulamaz, uygulamadı.” diye. Oysa bizim toplumda yaşıyorsa, şiddetsiz yaşaması olanaksız. Peki neden öyle diyor? Çünkü farkındalığı gelişmemiş. Yaşadığının şiddet olduğunu bilemiyor. Örneğin: Kıskanç kocanın davranışını sevgiden sanıyor. Babasının ya da annesinin erkek kardeşine verilen özgürlüğün kendisine verilmeyişini koruma sanıyor.
Dün bir emekli kadın öğretmenle sohbet ettim. “Yatılı okulda beni seven biri vardı. (sevdiğim diyemiyor hala) hatta bana beste yapmıştı, okul hoparlöründen herkese dinletmişti. Mezun oldum, köyüme geldim, babam ‘Şimdi diyeceklerime hayır diyerek sütü bozukluk yapma, köyden şununla evleneceksin’ dedi. Haklıydı. Sesimi çıkarmadım evlendim.” Hala babasının haklı olduğunu düşünüyor. Hala kendi haklarının farkında değil. Eşini seçmek sütü bozuklukmuş. Buna hala inanıyor. Oysa koskoca bir yaşamı boşa gitmiş, onun hakkında başkaları karar vermiş. Farkındalığına hala bir fırsat veremiyor. Farkına varırsa, sonrasında yüzleşme ve sorgulama gelecek. Bize en zor gelen sorgulamadır. Sorgulamamızı engellemek için yetkili etkililer ellerinden geleni yapıyorlar. Toplum da zaten sorgulama konusunda oldukça yavaş. Dümdüz inanmayı seçmenin riski yok. Yürümezsem düşmem. Boşuna demedi Rosa Lüxemburg “Hareket etmeyen, ayağındaki zinciri fark edemez.” diye
Toplum bireylerden oluşuyor. Birey mutluysa, özgürse, toplum da öyle olacaktır. Birey özgüvensiz, edilgen ise öyle bir toplum oluşacaktır. Haklarının farkında olamayan, edilgen kişilerin oluşturduğu toplumda ise kararları başkaları alacak, kişiler sorgulayamayacaktır. Özellikle ailesinde şiddet görenler, okulda öğretmeninden, evlenince eşinden, sonra patronundan şiddet görünce yadırgamaz. Uzun yıllar böylece yaşayıp gidebilir. Onun için farkındalık önemlidir. Hem de çok önemlidir. Ailesinde sevgiyle büyütülen ise, şiddeti her gördüğü yerde ses çıkaracak, kendine de uygulanmasına izin vermeyecektir.
Yine çevremizde sıkça duyarız. “Erkekleri de biz kadınlar eğitiyoruz. O nedenle suç yine kadının. Biz kadınlar birbirimizle çok uğraşıyoruz, o nedenle bence suç kadının.” derler. İlk cümleden başlayalım. Bir kere çocukları anne eğitmiyor, anne sadece bakımını yapıyor. Doyuruyor, temizliyor vb. Özellikle evde şiddet varsa, anne itilip kakılıyorsa, çocuk anneyi hiç ciddiye almaz. Örnek alınacak kişi, gücü temsil eden babadır.Yetişkinler bile güce tapmıyor mu? Baba nasıl davrandıysa, zamanla çocuk da öyle davranacaktır. Anne, eğitimci değil ki çocuğun nasıl eğitileceğini bilsin. Ama anneler bu konuda eğitilirse, elbette çocuklarına eşit davranarak, eşit haklarla yetiştirecek, evinde demokrasiyi uygulayacaktır. Yine de bunu tek başına yapamaz. Zaten çocuklarımızı, ailede çok iyi yetiştirsek bile bir de çevre unsuru var. Ve çevre aile kadar etkili.
İkinci cümlemiz; kadınların birbiriyle rekabeti. Bu da bireysel değil, politiktir. Sistemin kadınları yanıltarak, uyguladığı, hatta dayattığı bir düzendir. Kadınlar ne kadar rekabet ederse, o kadar dayanışmadan uzaklaşacaktır. Kadın dayanışması olmazsa da sistem, dikensiz gül bahçesi gibi kolayca eşitsizliğini, adaletsizliğini, sorun yumağı olmuş durumunu sürdürecektir.
Şiddetin arttığı yerde, farkındalıklar da artmayınca, toplum sinecek, korkacak, ses çıkaran azalacaktır. Dün, 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde, Antalya’da 300 kadar kadın yürüdük. Oysa binlerce olabilirdik. Aslında bu durumdan kimse hoşnut değildir ama korku dağlardan büyük, şiddet bizimle kardeş olduğundan, herkes ortalığı ben değil, başkası düzeltsin diye bekler.
Korku bizde eğitim aracıdır. Bunu aile de kullanır, eğitim kurumları da sistem de. Örneğin; medya, bizi korkutmaktan başka ne yapıyor? Şurada kadın öldürüldü, soğuk bir haber. Şurada çocuklara tecavüz edildi duygusuz bir haber. Ayrıca bunların görüntüleri de veriliyor. Zaten yeterince ceza da almıyorlar. Al sana koskocaman bir şiddet. O zaman korku devreye giriyor. Çocuklarımızı hiç bir yere yalnız gönderemiyoruz. Böyle büyütülen çocuklar, nasıl girişimci olsun? Hayata nasıl hazırlansın? Yaşam boyu kendine yön verecek birini aramayacak mı?
Kadınlarımız, ‘iyi ki bu şiddet uygulayan koca var da beni koruyor’ diyecek kadar korkuya kapılıyor. Çare arama yerine siniyor. Hep birlikte yürüyelim demiyor da sen de gitme diye diğerini pasifleştirmeye çalışıyor. Toplum haber izlemekten bıkıyor, dizileri izliyor. Onlar da baştan sona şiddet içeren, kadını aşağılayan, ancak zengin bir koca arayan durumda gösteren, dik duran bir kişilik yansıtmayan diziler. Zır zır ağlayan kadınlar. Sanki herkesin holdingi varmış gibi her dizide holdingler. Kadını entrikacı olarak gösteren diziler. Kadını güçlü gösteren dizi varsa onu hemen kaldırmaya çalışıyorlar.
Kadınların yapacağı bir şey yok mu? Elbette var, dayanışmak. Kadın olmak paydasında dayanışmak. Sadece kadın olduğu için ellerimizi uzatmak. Bizi rekabete sürükleyen sistemi fark etmeliyiz. Birbirimizden üstün, birbirimizden daha güzel, daha çalışkan, daha becerikli vb. yakıştırmalara kulak asmadan dayanışmak zorundayız. Kim açık, kim örtülü, kim cahil, kim aydın, kim A partili Kim B partili önemli olmamalı. Şimdi dayanışma zamanı. Bu çirkinlikleri, bu şiddeti, bu cinayetleri vb. ancak dayanışarak aşabiliriz. Biliriz ki “Başkalarını ikna etmenin en güzel yolu; onu dinlemektir. Birbirimizi dinlemeliyiz. Unutmamalıyız ki, birileri bize gerek, biz gereğiz birilerine. Boşuna demedi Simon De Beauvoir, “Kadın doğulmaz, olunur” diye.
Bizi yetiştirirken, hep susturdular. Çoğunluk hala bu susturmayı kullanıyor. Çok şükür ki teknoloji hızlı gelişiyor da eskisi kadar etkin olamıyorlar. Büyüklerin karşısında konuşturmayarak, hakkımızı savunmayı, kendimizi korumayı öğrenmemizi engellediler. Hep susturulan biri, kolayca toplumda ya da başına gelen bir şiddette ses çıkarabilir mi?
Kadın anlatıyor: “O gün mini etekliydim. Otobüs doluydu. Arka tarafta sıkışık durumda dikiliyorduk. Bir erkek bacaklarımı ellemeye başladı. Gözlerimi geriyorum adam anlamıyor.” Yanındaki kadın, “Neden bağırmadın?” diyor. “Olay çıkar diye” diyor.
Bakın bu çok önemli. Kadın, durumun kendi utancı olduğunu sanıyor. Olay çıkınca rezil olacağını düşünüyor. Çünkü hemcinsleri “Neden mini etek giydin?” diyecekler. Erkek de “Beni tahrik etti” diyecek ve çok taraftar bulacak. Oysa, kadınlar yanıltıldığının farkına vararak, hemcinsine destek olsa, dayanışsa, böylesi erkekler, bu gibi durumlara cesaret edemezler. Dayanışma dediğimiz budur. Kadın ne giyerse giysin, nasıl gülerse gülsün, nasıl yürürse yürüsün, kimsenin onu taciz etmeye hakkı olmamalı.
O kadın susturulmasaydı, haklarını aramayı çok daha erken öğrenecekti. Olay çıkar diye suskun kalmayacaktı. Çocuklar, haklarını aslında yürür yürümez aramaya başlarlar. Ama biz onları susturarak, kolaycılığa kaçarız. Başkaldırı diye öfkelendiğimiz şey hak aramadır. Bize baş kaldırarak öğrenecektir. Sonra da her yerde hakkını arayabilecektir. Kadınları, çocukları susturma yerine, sabırla dinlemeli. Sorunlarımızı konuşarak çözmeli. Evimizde demokrasiyi uygularsak, toplumda da uygulamayı biliriz. Bilirsek, savunuruz. Bilmediğimiz, bir şeyi savunamayız. Almadığımız sevgiyi de başkasına veremeyiz. Yani sözün özü, sevilen sevmeyi, dövülen dövmeyi öğrenir. Yakılması gereken otlar, bakımsız tarlalarda olur.
Toplumsal sorunları çözmenin yolu ise, kadınların karar organlarına gelmeleridir. Muhtarlıktan meclis üyeliğine, millet vekilliğine, belediye başkanlığına, kaymakamlığa vb. alanların hepsinde kadınlar yarı yarıya ortak olmalıdır ki eşitlik ve demokrasi uygulanabilsin. Yoksa nüfusun yarısı olan kadını dört duvar arasına kapatırsan, diğer yarısıyla ancak baskı düzenleri kurulabilir. Kadın barışçıldır, kadının dili sevgidir, sorunları sevgiyle çözmeden yanadır. Kadınsız barış da huzur da mutluluk da sağlanamaz. Kadınsız alınan bütün kararlar eksiktir, yanlışı çoktur. O nedenle kadın dayanışması önemlidir. Kadınlar, ancak dayanışma ile karar organlarına gelebilirler. Yine unutmayalım ki “Her pencere büyüklüğüne göre ay ışığı alır.” İngiliz Atasözü
Konyaaltı Belediyesi, Feslikan Salonu’nda, 25 Kasım günü panelde yaptığım konuşmadır.